5 Ocak 2013 Cumartesi



DAĞBELEN KONACIK BİSİKLET ROTASI



Yaklaşık bir ay kadar önce, lodos fırtınasının çalışmayı ya da başka bir şey yapmayı imkansız hale getirdiği günlerin sonunda İstanbul-Bodrum turu ekibi olarak Bodrum'da ufak bir tur yapmaya karar verdik.
İki sene önce hem yürüyerek hem de bisikletle geçtiğim Dağbelen-Konacık hem yeterince zor olduğu hem de sonunda güzel bir inişi olduğu için hedefimiz oldu.
Dağbelen, Bodrum-Yalıkavak yolu üzerinde değirmenlere gelmeden hemen önce sağ tarafta kalan bir köy.Bu köyün bitiminde başlayan rota aslında yangın yolları ve çevredeki tarlalara giden toprak yollardan ibaret.
Bu yollar bir kaç noktada ayrılarak Yalıkavak Gündoğan hatta sanırım Torbaya kadar değişik yerlere çıkıyor.Biz bu gün önce batıdan doğuya, sonrada güneydoğuya dönerek Konacığa gideceğiz.
Pazar günü öğle saatlerinde babam bizi arabayla Dağbelen'in girişinde bıraktı.Köyün içinden geçip rotanın başladığı yere kadar sakin sakin biniyoruz.
Köyün bitmesi ve toprak yolun başlamasıyla birlikte tırmanışta başlıyor.Zaman zaman ara verse de genel olarak çıkışta olan yaklaşık 3km'lik, bozuk toprak yolda pek de keyifli olmayan bir tırmanış.Ama geçtiğimiz yerler o kadar güzel, sakin ve sessiz ki pek de dert etmiyoruz.







Tırmanışın bir noktasında artık yol tamamen kayboluyor ve bisiklet sırtınızda yaklaşık bir 300m kadar tırmanıyoruz.Tırmanışta herhangi bir yol iz olmadığı, kayaların arasından-üzerinden, devrilmiş ağaçların orasından burasından geçildiği için pek kolay bir çıkış değil.Ama bitirdiğinizde rotanın en yüksek yerine ulaşmış oluyorsunuz.Buradan sonrası nispeten düz, ağaçların arasında ilerleyen patikalar şeklinde.
Buralarda bir ara yolu karıştırıp 200m kadar ters yöne gidiyoruz ama sonradan yolu doğrultuyoruz.








Artık inişin başladığı yerlerdeyiz.Bence rotanın asıl zor kısmı şimdi başlıyor.Neredeyse 4km boyunca taşlı engebeli yolda devamlı fren sıkarak inmek zorunda kalıyorsunuz.Arada frenleri bırakmanıza izin verecek yavaşlamalar olsa da genelde hızınızı sabit tutmaya çalışmak bir dert.Her an çukurlar, futbol topu büyüklüğünde kayalar ve son derece kaygan yolda 30-40km hızla inmek gerçekten yorucu oluyor.Burada yapılacak bir hatanın telafisi pek yok.Bu hızda büyük bir kayaya çarpmak demek büyük ihtimalle kırık köprücük kemiği demek oluyor.O yüzden çok dikkatliyiz taşların kayaların arasından sıyrılıp üstlerinden atlayarak tempolu bir şekilde iniyoruz.
En önde en delimiz olan Altu, arkasında Can ve en sonda en korkak olan ben düşmemeye çalışarak ve fren sıkmaktan ağrıyan ellerimle onlara yetişmeye çalışıyorum ama pek şansım yok.
İnişin bitmesine 2km kadar kala karşımıza  hoş bir süpriz çıkıyor: birileri yolu düzeltmiş!! Sanırım önce iş makinesi geçirip sonra da biraz toprak takviyesi ile gayet düzgün bir yol elde etmişler.İşte şimdi inişin tadını çıkarabiliriz.Buradan sonra frenleri bırakıp pedallara asılıyoruz.Eğimin de biraz azalmasıyla daha zevkli ve kontrollü bir iniş haline geliveriyor bir anda.
Bu sefer vücut ağırlığımın verdiği avantajı da kullanarak öne geçiyorum ve son hız iniyoruz.Virajlarda karşıdan
araç ya da hayvan çıkması ihtimaline karşı biraz yavaşlasak da 50km civarı bir hızla inişi bitiriyoruz.

Rotanın sonu Konacık sanayi sitesinin devamında ki Gazderesi mevkiinde bitiyor.Buradan sonrası eve kadar kararmaya başlayan havada sakin ve yavaş bir sürüş.

http://tr.wikiloc.com/wikiloc/view.do?id=3679899


17 Ekim 2012 Çarşamba

Bitez-Adaboğazı Yürüyüş Rotası

Geçen pazar hem biraz kıçımı kaldırayım hem de hayvanları yürütürüm diye düşünüp Bitez'e gittim.Daha önce iki kez bisikletle geçtiğim rotayı bu sefer yürümeye niyetliyim.
Bu rota Bitez sahilin sol tarafından koyun sonundan başlayıp yaklaşık 2.4km sonra Adaboğazı sahilinde bitiyor.Bilmeyenler için Adaboğazı, Bitez ve Gümbet koylarını birbirine bağlayan ve sadece su çekimi belli bir seviyede olan teknelerin geçebildiği oldukça sığ bir kanal.Buradan geçemeyen tekneler mecburen Bitez burnunu dolaşıyor.
Oldukça korunaklı ve sakin bir bölge olduğu için de özellikle günlük gezi teknelerinin sık sık uğradığı bir yer.Yaz aylarında gürültü,kalabalık ve kirlilikten durulacak gibi olmasa da yaz bitip şehirliler gidince tadından yenmez bir yer olup çıkıyor.Araba ulaşımı olmaması da bir diğer güzellik.
Sabah 10 civarında rotaya giriyorum.(N37 01' 16": E27 22' 53")
Köpekler heyecanla önden koşturup arada bir geri gelip beni kontrol ettikten sonra gene kopup gidiyorlar, herkes hayatından memnun.


İtler oynaşta




Yürüyüş genel olarak son derece basit bir parkurda yapılıyor.Arada bir ufak tefek çıkışlar ve inişler haricinde dümdüz sayılabilir.En büyük problemi temizlenmemiş bir patika olduğu için yolun üzerindeki taşlar ve kayalar oluşturuyor. Tercihen boğazlı bir yürüyüş ayakkabısı yeterli olacaktır.
Aynı rotayı bisikletle geçmek ise bambaşka bir olay.Bahsettiğim taşlar ve kayalar ve iniş çıkışlar rotayı bisiklet için oldukça zorlu hale getiriyor.Kimi yerlerde bisikleti omuza almak dahi gerekiyor.


Nispeten kolay bir iniş


Bu rotayı bisikletle geçecekler için önerim mutlaka kaska ve eldiven takmaları.Lastikler her an bir taştan sekiyor ve düşmek an meselesi.Bütün zorluğuna rağmen arazide bisiklete binmek isteyenler için ideal bir rota olduğunu söyleyebilirim.Şehrin hemen içinde, fazla uzun değil ve sıcakladığınız anda denize girmek mümkün, daha ne olsun..
Pazar günü olmasına rağmen rota pek kalabalık değil.İlk 1km civarında balık tutanlara rastlansa da sonrasında deniz kenarları boş kalıyor.İlginç olan 3-4 yabancı çifte rastlamama rağmen sadece bir kez Türklerle karşılaştım.Çok şaşırtıcı değil herhalde.
Yol boyunca irili ufaklı 5-6 koyun yanından geçiyorsunuz,bunların herhangi birinden denize girmek gayet rahat.Ben pek denize girmeyi sevmesem de köpekler kendilerini serinletmek için hiç bir fırsatı kaçırmıyorlar.


Golden Retriever Şansım ve German Shepherd Dalga



Yaklaşık 45 dakikalık rahat bir yürüyüşle Adaboğazı'na varıyoruz.(N37 00' 23": E27 22' 54") Burunun Kuzeybatıya bakan tarafından Güneydoğuya doğru ufak bir sırtı tırmanarak geçiyorsunuz ve Adaboğazı'na gelmiş oluyorsunuz.Sırtın tam tepesinde osmanlıdan kalma su sarnıcı da halen duruyor.Boğazda 2-3 tane ufak koy var.Buralar tekne bağlamak için son derece uygun.Hem derinlik çoğu teknenin demirlemesi için yeterli hem de kıyıda koltuk  halatı alınabilecek kayalar mevcut.Tabii bu durum aynı zamanda bazı problemleri de beraberinde getiriyor.Misal, ben oraya vardığımda bağlı teknelerden biri sesini sonuna kadar açmış Angaralı Eşşeklerden birinin eserlerini bütün boğaza bangır bangır dinletiyordu.Yol boyunca ayaklarımı suya sokup dinlenmeyi düşlemişken, bu sevimli ayıcıklar yüzünden hemen geri dönmeye karar veriyorum.


Sarnıç



Geri dönüş çok daha hızlı oluyor.Yaklaşık 30 dakikada bitiriyorum geri dönüşü.Köpekler hem yoruldu hem de susadılar. Şişmesinler diye suyu azar azar veriyorum.Ama vücut ısıları iyice yükseldiği için devamlı denize girip geliyorlar.Ben de hava iyice ısınmadan bitirmek için tempoyu yüksek tutuyorum ve çok geçmeden de başladığımız noktaya varıyoruz.



Genel olarak rahat ve kolay,şehrin içinde arabalardan, kalabalıktan kaçmak isteyenler için hem bisiklet hem de yürüyerek tekrar tekrar yapılabilecek bir rota.Yanınıza su ve güneşten korunmak için şapka aldığınızdan emin olun ve ilk fırsatta gidin.

14 Ekim 2012 Pazar

Kalem Köyü Kanyon Geçişi II

İlkinden tam iki hafta sonra tekrar Kalem Köyündeyiz.Bu sefer biraz daha hazırlıklıyız, yanımızda ne fazladan yemek ne de malzeme var.
Bu sefer kadim arkadaşım Güneş Ergüden de bizimle beraber.İkimiz yaklaşık 10 sene önce sahne rigging işine bulaşmış, o, bu işi benden daha ciddiye alıp  Yüksek İşler'i kurmuş, bense başka taraflara kaymıştım. Bir süre beraber kaya tırmanışı da yaptık ama hayat yolları ayırıyor tabii.
Bu gün Güneş'in de bizimle olması iyi oldu zira, kaya matkabını da getirdi ve rotadaki bazı inişlere sabit istasyon bırakmayı düşünüyoruz.
Bu günün en bombası da iki adet GoPro ve bir adette normal kamerayı ya şarjı olmadığı ya da kartı olmadığı için kullanamıyor olmamız.Nasıl açıklayacağımı bile bilmiyorum, neyse..
Sabah erken saatte Kalem köyüne arabayı bırakıp geçen sefer girdiğimiz köprüden giriş yapıyoruz.
Yürüdükçe tanıdık gelen yerlerden geçiyoruz.Bir süre sonra Ulaş'la ikimiz bir gariplik hissetmeye başladık ama ne olduğunu ancak bir süre sonra anlayabildik:
İnanılmaz hızlı ilerliyoruz.Geçen sefer varmamızın 1 saati bulduğu ilk inişe sadece 15 dakika da vardık.Tabi o an çok şaşırdık ama sonradan düşününce mantıklı gelmedi değil.
İki hafta önce Ulaş'la burayı geçerken suların içinde debelenmiş, sikke çakacak yer bulamamış, bazı yerlerde ipleri yettirememiş ve toplam üç küsür km'lik yolu 10 saatte almıştık.Bu sefer ise Güneş'in şansına mı bilmiyorum ama işler hiç de öyle olmadı.
Öncelikle sadece iki haftada kanyondaki su neredeyse tamamen bitmiş, ilk 200-300m'den sonra kupkuru bir kanyonla karşılaşınca bayağı şaşırdık.Tabi bu hızımızı çok etkiledi.Ayrıca Güneş'in dağ keçisi genleri önden tempo verince neredeyse koşarak geçtik diyebilirim.
Bolt çaktığımız inişlerde oyalandığımızı da hesaba katarak toplam geçiş bu sefer dört buçuk saat sürdü ve pek de yorucu olmadı.
Genel olarak sakin ve olaysız bir geçiş oldu.
Öğle yemeği için mola verdiğimizde, duvarların oldukça dar ve yüksek olduğu bir noktadaydık.Herkes bir tarafa oturmuş yemeğini yerken öyle bir yerde hiç olmasını istemeyeceğimiz bir şey oldu; Deprem!!
Hepimiz bir an birbirimize baktık.Kulak kabarttık düşen taş maş var mı diye, yok.Geldiği gibi geçti zaten.Sonradan konuştuğumuzda anladık ki üçümüzün de aklından "acaba yorgunluktan ben mi sallanıyorum?"düşüncesi geçmiş.
Bu badireyi de atlattıktan sonra yola devam ediyoruz.Çok geçmeden duvarlar alçalmaya ve genişlemeye başlıyor ve geçen sefer kanyondan çıktığımız noktadan yine tarlaların içine vuruyoruz.
Kısa bir yürüyüşten sora köye ve arabaya varıyoruz.
Bu sefer hava kararmadan sakin sakin eve dönebiliriz.

İlgilenenler için:
İstasyon almanın zor olduğu inişlerde kayaya kulak boltladık.Her istasyonda da ayrıca bir de back-up boltladık.Kulaklarda mağaracı bıraktık ki içinden ip geçirildiğinde geri çekmek kolay olsun.




22 Haziran 2012 Cuma


Kalem Köyü Kanyon Geçişi

Kuzen Ulaş ile bir iki aydır konuştuğumuz Muğla bölgesi kanyonlarını geçme projesinin ilk adımını en sonunda atabildik ve geçen pazar günü Ören taraflarındaki Kalem Köyü Kanyonuna girdik.Kanyonun adından emin olmadığım için şimdilik Kalem Kanyonu diyeceğim.
Aslında niyetlendiğimiz kanyon hemen yan taraftaki başka bir kanyon imiş, hatta bu kanyonu daha önce geçen Akut Bodrum sorumlusu Saadettin Uslu'dan ayrıntılı tarifler bile aldık ama girişleri karıştırınca kendimizi 10 küsür saat sürecek bir geçişle yüz yüze buluverdik.
Geçişi elimizden geldiği kadar belgelemeye ve ölçmeye çalıştık, ancak bir noktadan sonra ipin ucu kaçtı.Arka arkaya gelen inişler, havanın kararmaya başlaması, 10 derece civarında olduğunu tahmin ettiğim suyun içinde geçen saatler bizi iyice yordu ve sonlara doğru bazı inişlerin koordinatlarını almamaya başladık.Aslında bu çok da önemli değil, zira kanyonun bir noktasından sonra geri dönmek imkansız gibi bir hal aldığından inişlerin nerede olduğundan ziyade nerelerden, nasıl istasyon kurulur, nasıl inilir daha önemli olmaya başlıyor.
Yanımızdaki Garmin gps ve Google Earth'e göre yaklaşık 3km'lik bir geçiş olmuş.Tabi biz bunu ilk anladığımızda inanamadık çünkü 10 saati aşkın bir süre boyunca suların içinde, kayaların tepesinde debelenince en az 10-12km yürümüşüz gibi hissettik ama maalesef gerçek öyle değilmiş.

Hikayemiz 27 Mayıs pazar günü 10:30'da Kalem Köyü yaylasında başlıyor.Yayla ile köy arasında kalan, köylülerin İncirli Köprüsü dediği yerden girişi yapıyoruz (37°06'20.60''K, 28°00'50.26''D) 
İlk 1 saat sakin geçiyor, doğa güzel, hava güzel, akan suyun sesinden başka gürültü yok.İlk saatin sonunda ilk inişe geliyoruz.Bu 6 metrelik rahat bir iniş aslında ancak hemen sağından dolaşmak mümkün olduğu için ip açmaya uğraşmıyoruz ve çantaları iple sarkıtıp patikadan devam ediyoruz.
Genel olarak yayvan bir dere yatağı içerisinde, çok fazla zorlanmadan devam ediyoruz.Arada aşılması nispeten zor kayalar ya da su engelleriyle karşılaşsak da yürüyüş rahat.Tabi henüz başımıza geleceklerden habersisiz ve keyfimiz yerinde.







Başlarda suyun yatağı geniş ve yürüyüş rahat


Bir 45 dakika kadar daha sakin sakin yürüdükten sonra 4 metrelik ikinci iniş noktasına geliyoruz.Burada da iniş kolay olsa da gene sağ taraftan geçmek mümkün olduğu için ip açmak yerine patikadan geçmeyi tercih ediyoruz.
İnişin hemen dibinde ufak bir gölet ve açıklık var, öğlen yemeğini burada yemeye karar veriyoruz.Günün geri kalanında ıslanmaya pek şansım olmayacağını düşündüğümden suya giriyorum.Buzzz gibi ama iyi geldi gene de.Gerçi gelecek 8 saatin suda geçeceğini bilsem gene de girer miydim? Sanmam.


Az mola..

Neyse, yemekten sonra biraz dinlenip yola devam ediyoruz.Çok gitmeden kanyonun yapısı değişmeye başlıyor.Duvarlar yükseliyor, birbirine yaklaşıyor.Suyun derinliği ve akış hızı artıyor.Bu noktada bir uyarı yapmak lazım, ilk inişle beraber geri dönmek zorunda kalacaklarından, yanında teknik malzeme olmayanların bu noktadan sonra devam etmesi çok anlamlı değil.Çok geçmeden yine sağından dolaşmaya çalıştığımız bir kaya bloğundan geçmek için sağa doğru tırmandıktan sonra iniş için istasyon kurmamız gerektiğin görüyoruz, yamaçtaki ağaçların birinden emniyet alıp iniyoruz.Tam takımları çıkarıp duffle bag'e koyduğumuz sırada hemen başka bir iniş daha..


Ne ilk gölet, ne de son

Zaten iniş ardına iniş, bu geçişin genel hikayesi, o yüzden teknik malzeme ve ip inişi konularına hakim olmayanların belli bir noktadan ileri gitmeleri mümkün değil.


Su soğuk


Gittikçe değişen kaya yapısı ile beraber kanyonun açıklığı da iyicene daralıyor.Hatta kimi yerlerde gps ve gsm sinyali dahi alamıyoruz.
Yavaş yavaş inişlerin karakteri de değişmeye başlıyor, ilk başlarda 6m civarında kolay emniyet alınan, kolay inilen duvarlar gelirken, ilerledikçe 16m'lik inişler, emniyet alacak nokta olmadığı için duvara sikke çakmamızı gerektirecek inişler gibi güzel çeşitler de sıraya diziliyor.İnişlerin neredeyse tamamı suya yapılıyor ve bu noktalarda su derin olduğu için emniyetten çıkmak da çok kolay olmuyor.


İnişlere devam..


Bir de tüm duvarlar son derece kaygan olduğu için ayak basmak da pek kolay değil.
Geçişin geri kalanında 6-10m arasında değişen 3-4 iniş daha yapıyoruz.Her birinde istasyon kur, çantaları indir, in, toparlan derken bayağı bir vakit kaybediyoruz.


Kimi yerlerde duvarlar hem dar hem de yüksek



Havanın hafiften kararmaya başlaması ile kanyon da tekrardan değişiyor.Kimi yerlerde 7-8m'ye kadar inen açıklık genişliyor, 60-70m'yi bulan duvarlar iyice alçalıyor.Ancak hala gsm sinyali yok o yüzden de kimseye haber veremiyoruz.Planlarımıza göre 3-4 saat içinde kanyonu bitirmiş olmayı hedeflediğimizden, kimse bu kadar geç kalmamızı da beklemiyor tabii.
Yapacak bir şey olmadığından tam gaz yola devam.


İnişler inişler inişler


Artık tam telaşlanmaya başlayacakken sağda solda ufak tefek çöp ve kıyafet atıkları görmemizle içimiz rahatlıyor.Çöp demek medeniyet demek, kanyonun sonu geliyor demek.En azından biz o anda öyle zannediyoruz.
Kanyon iyice genişlediğinden ve bir süredir herhangi bir inişle de karşılaşmadığımızdan sağdan tarlaların içine giren bir patikaya sapıp kanyondan çıkıyoruz (37°05'25.02''K, 28°00'23.25''D)
Az ileride evler ve sesler var.Artık alacakaranlık çöktüğünden köpekleri kollayarak köye giriyoruz.Hemen ilerideki bir çobana seslenip nerede olduğumuzu sorduğumuzda aldığımız cevap günün bombası oluyor: "Kalem Köyü".
Tam 10 saat önce az üstünden kanyona girdiğimiz köye geri dönmüşüz.Bir süre aramızda "alacakaranlık kuşağı" esprileri döndürdükten sonra bizi arabayı bıraktığımız yere atabilecek birilerini aramaya başlıyoruz ve nasıl olupta Kalem Köy'üne geldiğimizin gizemini çözmeyi erteliyoruz.
Tabi hemen telefonlar ediliyor, merakta kalanlar rahatlatılıyor.Akut Bodrum lideri Sadettin abiden köyün muhtarını tanıdığını, selamını iletirsek bize yardımcı olacağı bilgisini de alıp o gazla köy kahvesini buluyoruz.
Biz birer çay içene kadar kendisi geliyor ve kendi arabası ile bizi arabamızı bıraktığımız yere götürüyor.
Ağlamak istiyoruz zira köyden arabaya tam 4 dakikada vardık.
Ya sabır deyip arabaya atladığımız gibi tapagaz Bodrum..

Ertesi akşam gps ve benim android telefonumdaki route track datalarını google earth üzerinden karşılaştırınca acı gerçek kesinleşiyor; gerçekte yürüdüğümüz mesafe 3km civarında.
10 saate 3km yürümüş olmak inanılmaz olsa ve biraz utansam da her inişte yarım saate, kimilerinde ise 1 saate yakın vakit harcadığımızı düşününce, 7-8 saat civarında suların içinde ilerlemek zorunda kaldığımızı da eklersek bence çok da kötü bir süre değil.
Zaten amaç zamana karşı bir mesafe yapmak değil, kanyonu başından sonuna geçmekti.Gerçi o amacında yanına yaklaşamadık ama çok zevkli ve yorucu bir gün geçirdik.Şimdi hedef aynı rotayı tekrar yapmak ama bu sefer Ören'e kadar gitmeye niyetliyiz.

Yapmalı, Yapmamalı

Yaptığımız tek kanyon geçişi bizi bu konuda exper yapmaz ama yine de ilk defa deneyecekler için, ilk defa deneyenler ne hatalar yapıyor onları yazabiliriz sanırım;

Planlama;
 Girişleri karıştırıp hedeflediğimiz son derece kolay kanyon yerine böylesine zor bir kanyona girdik ve teknik tecrübemiz olmasaydı bu satırları bu kadar keyifli yazıyor olmayabilirdim.O yüzden planlama ve bilgi toplama kısmı çok önemli.Mümkün olduğu kadar gps koordinatları vermeye çalışıyoruz ki gidecek herhangi biri olursa sıkıntı çekmesin.
Malzeme;
Teknik malzeme bu işin olmazsa olmazı.Bu tip bir kanyonda ilerlemenin başka bir yolu yok.Tabi malzeme hakimiyeti de önemli.Sadece ip ve harness alıp giderseniz 3. inişte nasıl geri dönecem şimdi diye düşünmeye başlarsınız.Kaya boltları ve çekici,sikke, takoz mutlaka olmalı.
Ayrıca kılık kıyafet de önemli.Ben üşümeme gibi doğal bir yeteneğe sahip olduğumdan 8 saat o suyun  içinde bir şortla durabildim.Ama Ulaş'ın wet suiti olmasaydı ne olurdu bilmiyorum.
İyi bir bot, kolay kuruyan kumaştan kalın bir pantolon, su geçirmez kılıflar, varsa duffle bag.
Bunlar haricinde dağ ve kampa giderken yanınızda olması gereken malzemelerle ilgili herhangi bir şey yazmıyorum.Böyle bir kanyona girmeyi düşünüyorsanız zaten yanınıza neleri almanız gerektiğini az çok biliyorsunuzdur.
Yiyecek, içecek;
Sanmam ki Ulaş bir daha gittiğimizde yanında bir kavanoz nutella ya da 3 tane kutu kola taşısın.Siz de taşımayın.Yüksek karbonhidrat içeren gıdalar ve sıvılar bu tür geçişlerde en önemli enerji ihtiyacınız olacaktır.Karbonhidrat sıvısı olarak sporcu içecekleri işinizi görür.Ayrıca kuruyemiş sık sık ve az az tüketirseniz enerjinizi yüksek tutmaya yardımcı olur.
Su ihtiyacı problem, zira 10 saatlik yürüyüşte 3lt civarında su yeterli olur diye düşünüyorum, ancak 3lt taşımak için az bir miktar değil.Yine de mecburen çantaya atıyoruz.

Polen alerjisi olanların bu aylarda böyle bir yere girmeleri intihar gibi olur herhalde.Kimi yerde öksürmekten nefes alamaz hale geldik, boğazımızda devamlı bir yanma hissi ve burun akıntısı da cabası.Çok dikkatli olmak lazım.

Sanırım kabaca ana hatlar böyle.İlerleyen haftalarda diğer kanyonlara da girdikçe bu listeleri revize etmeyi düşünüyorum.Böylece hem genel hatlarıyla hem de her kanyona özel malzeme ihtiyaçları belirlenebilir.

Umarım bir sonraki kanyonu geçmekte, yazmakta bu kadar zevkli olur.








15 Nisan 2012 Pazar

İstanbul'dan Bodrum'a Bir Bisiklet Turu



Küçüklüğümden beri gıptayla bakarım uzun bisiklet, motorbisiklet turu yapanlara. Zaten bir bu, bir de uzun yelken turları. Eh, bu yazının konusu olan uzun bisiklet turunu gerçekleştirdiğime göre geriye yelken ve motor işi kaldı.

Yaklaşık bir aylık bir planlamadan ve hazırlıktan sonra en sonunda tarihe karar verebildik: 17 Ekim 2011.Rota zaten yıllardır belli: İstanbul-Bodrum.Gerçi ekip halen belli değil ama olsun. Şimdilik ben,Altuğ bir de Can Çelensu var. Atalay ise kararsız, sanırım Yeşim'den izin koparmaya çalışıyor, görücez.

Salı günü bisikleti de bagaja verip İstanbul'a uçuyorum. Çok fazla oyalanmak istemediğim için 3-4 günde görüceklerimi görüp alacaklarımı aldıktan sonra hazır gibiyiz,Cumartesi sabahı yola çıkmaya karar veriyoruz. Tam hazırız derken Cuma günü Atalay gelmeye karar veriyor ama ortada yola çıkabileceği bir bisiklet yok. Cuma gecesi ikiye kadar bisikleti toparlamaya çalıştık, az buçuk hazır sayılır.

BİRİNCİ GÜN

Cumartesi sabah Atalay hariç hepimiz saat 7'ye çeyrek kala Yenikapı iskelesinde buluşuyoruz. Atalay tabi ki geç kalacak. Onun biletini de alıp kapıda bekliyoruz. Son saniyede rica minnet kapının kapanmasını 1-2 dakika geciktirip Atalayı da yetiştirdik.

Bisikletleri aşağıda yere yatırıp yolcu salonuna çıkıyoruz. Şansımıza çok kalabalık değil de ufak ufak uzanıp falan biraz kestiriyoruz.Sıkıcı bir yolculuktan sonra Bandırmaya inip, ufak tefek kontrollerden sonra nihayet yola çıkıyoruz.

Rotamız biraz değişik. Daha önce internette okuduğum turlardan biraz farklı bir rota çizdim ama iyi mi ettim bilemiyorum, görücez bakalım. Bandırmadan Bursa-Çanakkale yoluna çıkıp, yola vuruyoruz. Hava çok güzel, yol da fena değil. Bir iki tane çok sert olmayan rampa haricinde genelde düz ve rahat bir yol. Trafik de pek zorlamıyor bizi. Sanırım ilk gün olmasının da heyecanı ile bayağı basıyoruz. Altuğ biraz daha yavaş gitmemiz gerktiğini düşünüyor ama ben ve Atalay sıkı bir tempoyla önden bastık gidiyoruz.

Saat 13:00 gibi Gönen'e varıyoruz. Öğle yemeğine denk getirmemiz iyi oldu. Çarşının içinde Nazar Köftecisi'nde tatminkar bir yemek yiyiyoruz. Bir iki ufak tefek alışverişten sonra etraftan soruşturup şehir parkında dinlenebileceğimiz öğreniyoruz. Çimlerin üzerinde 45dk – 1 saatlik uykudan sonra yola dönüş.

Birinci günün ilk yarısı ne kadar kolay ve zahmetsiz geçtiyse ikinci yarısı tam tersi oluyor. Gönen'den çıktıktan 1 saat kadar sonra tırmanmaya başlıyoruz. Uzun süre bisiklete binenler bilir, belli bir tempoda rampa ya da yokuş çok fazla bir şey ifade etmez. Temponuzu korur ve çok zorlanmadan yokuşu bitirirsiniz. Ancak bu kadar uzun tırmanınca ne tempo kalıyor ne de kondisyon. Kimi yerlerde inip bisikletleri itmemizi gerektiricek kadar dik bir yokuştan bahsediyorum.

Altuğ ve Can bizden biraz daha hızlı bir tempoyla arayı açmaya başladılar. Atalay'ın dizi yokuşun ortalarında su koyverdi, biz de iyice yavaşladık. Dinlene dinlene çıkıyoruz. Artık tempo falan değil sadece yokuşun sonunu görebilmeyi düşünüyoruz.

Atalay'ın ağrıyan dizine bir de benim zincir koparmam eklenince iyice vakit kaybettik. Hemen bir bakla eksiltip devam ediyoruz çünkü saat geç olmaya başladı ve biz günlük 100km hedefimize bayağı uzağız.

Yaklaşık 3 saat süren tırmanıştan sonra en sonunda tepeye vardık. Can ve Altuğ kenarda güzel bir yer bulmuş, bisikletler bir tarafta kendileri bir tarafta dinleniyorlar. E biz de bir 15 dakika dinlemeyi hakettik.

Moladan sonra yaklaşık 8km'lik bir iniş bizi bekliyor. Tam “işte bu iyi geldi” diye düşünürken yeni tırmanışlar...

Öyle ya da böyle, ine çıka, zorlana zorlana da olsa en sonunda havanın kararmasına yakın Danişment köyüne varıyoruz. Vardık varmasına ama in cin top. Zor bela bir bakkal bulup, hemen akşam yemeği ve sabah kahvaltısı için bir şeyler alıp kamp yerine doğru son 1km'yi pedallıyoruz.
Bakkal amcanın tarifiyle ormanlık alanın içinde ufak bir açıklığa varıp karanlıkta fenerle kampı kurup alelacele bir şeyler yiyip, baygın bir halde yatıyoruz.

Birinci Gün:
Rota: Bandırma,Buğdaylı,Gönen,Danişment
Süre:7 saat
Mesafe: 90km

İKİNCİ GÜN

Sabah, bir önceki günün yorgunluğu ile ancak 7:30 gibi kalkabiliyoruz ama bayağı dinlenmişiz. Hızla ufak tefek bir şeyler yiyip yola düştük. 11Km sonra ufak bir su kıyısında kahve-çay bahçesi arası bir yer görünce asıl kahvaltıyı burda yapmaya karar veriyoruz. Biz ekmek arası peynirli tosta fitiz ama Atalay hayvansal ürün tüketmediği için kahveyi işleten teyzeden rica ediyoruz, o da sağolsun zeytin domates falan kesiyo da Atalay'ın da karnı doyuyor.

Kahvaltıdan sonra iyi yol almak niyetindeyiz, o yüzden hızlı bir tempoyla yola koyulduk. Ancak çok geçmeden irili ufaklı tepeler, rampalar hızımızı kesiyor. Gene de moraller iyi, Etraf güzel, hava enfes, yanımızdan nadiren araba geçiyor. Keyfimiz yerinde, ine çıka gidiyoruz.

Öğleden önce sırası ile Balya ve Akbaş köylerinden geçiyoruz. Çıkışlar oldukça azaldı. Bu sayede hem iyi bir tempo yakaladık hem de keyimiz yerine geldi. Akbaş köyünde bir şeyler içmek için durduğumuz köy bakkalı Balıkesir-Edremit yoluna çıkan bir kestirme tarif ediyor. Biz de vuruyoruz o yola. Yol bozuk ama problem olacak kadar değil. Yaklaşık 17km sonra yola çıkıyoruz ama keşke çıkmasaymışız. Yaklaşık iki gündür dağ-tepe köy-ova sakin sakin gitmeye hemen alışmışız. Anayol çok kalabalık bir de üstüne yol inşaatı olduğu için tek şeride düşürmüşler, kamyonlar otobüsler yarım metre yanımızdan geçiyor. Yapacak bir şey yok. Pedallara asılıyoruz ki bir an önce bitsin bu yol.

Zaten tedirginiz yahu...
                                                         
İne çıka, gidiyoruz ama tedirginiz. Öğlen yemeğini yol üstünde bir yerde gözleme falan gibi bir şeyler yiyerek geçiştiriyoruz. Yemekten sonra yolun kenarında ufak bir korunun içinde 1 saat kadar dinlendik. Hemen uyumuşum. Zaten yorgunken her yerde her şartta uyuyabilirim, prodüksüyon günlerinden kalma bir alışkanlık.

Uykudan sonra iyiyiz, hızla girişiyoruz yola. Birazdan inşaatta bitince iyice hızlanıyoruz. Önce Havran, ardından Burhaniye'yi durmadan geçiyoruz. Nispeten sakin bir yol burası ve rahatımız yerinde sağa sola baka baka, hızlı bir tempo ile havanın kararmasına 1 saat kadar kala Ören'e giriyoruz. Çadır kuracak yer için biraz etrafa bakındıktan sonra sahile iniyoruz. Atalay'la ikimiz bisikletten indikten 18saniye sonra denizdeyiz. Buz gibi su o yorgunluğun üstüne o kadar güzel geliyor ki..

Ören'de deniz sonrası ufak bir şekerleme
                                             
Denizden çıktıktan sonra bir yarım saat kadar da kumların üstünde kestirdikten sonra yemek için aranmaya başlıyoruz. Atalay “balık yiycem” diye tutturunca onu bir yerde bırakıp biz biraz daha karbonhidratlı bir şeyler aranmaya başlıyoruz. En sonunda çarşı içinde bir yerlerde pide lahmacunla o işi de hallettikten sonra sahile dönüş.
Bu arada Atalay dizinin daha kötü olduğunu söyledi ve geri dönmeye karar verdi. Gerçi ben dizinden ziyade, evden bir baskı olduğu için döndüğünü düşünüyorum ya.. neyse.
Ona gece 12 için bir otobüs bileti alıyoruz.Bu gece geri dönüyor.Maalesef bundan sonra yola üç kişi devam edecez.
Sahilde deniz ile evler arasında yaklaşık 100m genişliğinde bir sazlık bölge var. Denize girdiğimiz sırada ben orayı gözüme kestirmiştim. Sazlıkların içinede bir 20m gittikten sonra adam boyu sazların içinde görünmez hale geliyorsunuz. Kendimize ufak bir açıklık bulup çadırları kurduk.
Saat 21:30 gibi Atalay'la vedalaşıp uykuya geçtik. Aklım onda kaldı ama sanırım o da biraz oyalanıp otogara gitti.

İkinci günü de ciddi bir problem olmadan, sadece  patlayan lastikler ve eksilen bir kişi ile kapatıyoruz.

İkinci Gün:
Rota: Danişment,Balya,Akbaş,Havran,Burhaniye.Ören
Süre: 8 saat
Mesafe: 95km

ÜÇÜNCÜ GÜN

                                                         

Bu sabah daha erken kalkabildik. Saat 7 olmadan kampı toplayıp yola çıkıyoruz. Ancak daha 100m gitmeden Can'ın lastiği patlıyor. Tabii biz o anda henüz bilmiyoruz ama Can'ın lastik patlatması tura damgasını vuracak. Kaldırımın kenarında lastiği değiştirirken evlerin birinden yaşlıca bir amca çıkıp muhabbete başladı. Biz sabahın köründe gürültü yaptık, azar işiticez diye düşünürken, amca sağolsun çıkarıp 2 tabaka zımpara kağıdı bile verdi bize. Biz de böylece envai çeşit gereksiz şey alıp, zımpara kağıdını unuttuğumuzu farketmiş olduk.

Can ve patlayan lastikleri
                                                     
Lastiği hallettikten sonra amca ile vedalaşıp pedal basıyoruz.Tam oh derken bu sefer benim arka aktarıcı sapıttı. Yaklaşık bir yarım saatte onunla kaybettikten sonra yola devam. Kasabayı çıkmadan açık bir bakkal bulup, kaşar,salam,simit kahvaltısı yaptık ve en sonunda yol...

35km'lik sakin bir yoldan sonra Ayvalık. Sahilde bir yerde 15dk mola verip Ayvalık tostu ve limonata ile kahvaltıyı pekiştirdikten sonra devam ediyoruz. Sırada 38km ilerideki Dikili'de öğle yemeği molası.Çarşının içinde bir esnaf lokantası bulup yemek işini aradan çıkardıktan sonra kumsalda sıralanmış çardaklardan birinin altında 2 saat kadar uyuyoruz. Uyandığımızda 6-7 tane sokak köpeğinin de bizimle beraber gölgeye sığınmış uyuyor buluyoruz.
Yaklaşık 20km ilerideki Çandarlı'ya varmamız yaklaşık 1 saat 15dk sürdü. Galiba hem biraz yorulduk hem de yol çok inişli çıkışlıydı. Ama genel olarak keyifli sakin bir yoldu.

Ah o gözlük ve t-shirt yanıkları yok mu?
                                                     
Saat 5 gibi Çandarlı'ya girdik. Biraz etrafta dolaştıktan sonra kıyıda bir çay bahçesinde tost ve muz yiyip haritalara bakıp yola devam edip etmemeye karar vermeye çalışırken kartını veren bir pansiyoncunun yerine gitmeye karar veriyoruz. Bayağı dolandıktan sonra Ada Pansiyonu bulup yerleşiyoruz. Saat 7 gibi Altuyla beraber denize girmeye iniyoruz. Su soğuk ama o kadar iyi geliyor ki o kadar olsun.
Pansiyona döndükten sonra işletmecinin tavsiyesi ile çarşıdaki bir balıkçıdan 3 tane levrek alıp gene çarşıdaki bir balık lokantasına gidiyoruz. Balıklar pişene kadar birer bira, birer bira da balıklarla içince uyku bastırmaya başladı. 21:30 gibi pansiyona dönüp vurup kafayı yatıyoruz.


Üçüncü Gün:
Rota:Ören,Gömeç,Ayvalık,Dikili,Bademli,Çandarlı
Süre:9 saat
Mesafe:120km

DÖRDÜNCÜ GÜN

Saat 6:30'da kalkıyruz. Toparlanma, khvaltı falan 7:15 gibi binmeye başlıyoruz. Bu gün lastik patlatma konusunda dünkünden bile bahtsısız. 30-40km içinde Altu'nun lastiği 1 kere, Can'ın lastiği 3 kere patladı ve en sonunda yarıldı. Zor bela Aliağa'ya attık kendimizi. 45dk kadar lastik aradık ama bulamayınca yola devam ettik.Can'ın lastiği hızımızı biraz düşürüyor ama gene de tempo fena değil.Menemen'de hem öğle yemeği molası veriyoruz hem de Can'a lastik arıyoruz.İlginç bir şekilde 2-3 ayrı yerde fena olmayan dış lastikler bulduk ve birini aldık. Şehrin çıkışında bir parkta oturup lastiği değiştirdikten sonra yola çıkıyoruz.

Can'a lastik bulucaz diye girmediğimiz yer kalmadı
                                         
Şu ana kadarki en kötü yolu gidiyoruz.Yol daracık ve kamyonlar otobüsler yanımızdan son sürat geçiyor.Sanırım biraz da bu yoldan kurtulma gazı ile çok sıkı tempo basıyoruz.
İzmir'in içinde son sürat basıp Karşıyaka'dan Konağa vapur ile geçtik. Tabi İzmir'in içinde de lastikler patlamaya devam ettti. Altu-1, Can-2.
İzmir'den çıktıktan sonra asıl tempoyu buluyoruz.Yol nispeten rahat ve biz de tam istim üstündeyiz.
Neredeyse hiç mola vermeden Menderes ovasını da geçip Tahtalı Barajının yanında uygun bir yerde kamp için duruyoruz.Hava neredeyse kararmış durumda.Altu ile Can fener ışığında kamp kurarken ben de birkaç km ileride gözüken ışıklara doğru pedal basıyorum zira yanımızda akşam için yiyiecek bir şey yok.Şansıma 3-4km sonra açık bir fırın ve market buldum. Alıcaklarımı alıp geri dönüş.Karanlıkta baraj gölünün kıyısında kamp yerini bulmam mümkün olmadığı için Can elinde fenerle yola çıkmış beni bekliyor.

Tahtalı barajı kıyısında kamp kurduğumuz düzlük
                                                   
Şu ana kadarki en güzel kamp yerimiz, gölün kıyısında, etrafımız bomboş, taa karşı kıyıda ufak bir köyün ışıkları haricinde yapay herhangi bir ışık olmadan ve cırcır böcekleri hariç herhangi bir ses duymadan yemeğimizi yiyip yavaş yavaş uykuya çekiliyoruz.

Dördüncü Gün:
Rota:Çandarlı,Aliağa,Menemen,İzmir,Menderes
Süre: 11.5 saat
Mesafe: 130km

BEŞİNCİ GÜN

İşte turun en çirkin ve hem psikolojik hem de fiziksel olarak en yorucu günü. Sanırım 8-9 kere lastik patlattık bu gün ve günün ikinci yarısında devamlı karşıdan esen sert rüzgarla ve devamlı sıkıcı rampalarla boğuştuk.
6:45 gibi yola çıkıyoruz ama üçümüzde pek uyanamamışız. Bacaklarımız açılmak bilmiyor.10km kadar ayılmaya çalışıp ve kahvaltı rüyaları görüp pedallıyoruz.Sonunda ufak bir rampanın ucunda Çamönü Köyü vaha gibi çıkıyor karşımıza.
Kahvaltıyı ederken, bu kadar açken sipariş vermemek gerektiğini kanıtladık sanırım.Mercimek çorbaları, yumurtalar,sucuklar havada uçuşuyor.
Kahvaltıyı bitirip bu seferde ağırlaşan midelerden dolayı zor bela yola düştük. İlk başlarda fena olmayan yol kıyıdan sola dönüp Kuşadası'na doğru tırmanmaya başlayınca azap yoluna dönüşüyor.Tabi bunda sadece tırmanışların değil, arada denk gelen ufak inişlerde devamlı karşıdan eserek dinlenmemize izin vermeyen harika rüzgarın da etkisi var.
Bir daha bu turu yaptığımda kesinlikle Kuşadası'dan geçmeyi düşünmüyorum.Bu sefererinde de Selçuk'tan gitmeyerek büyük hata yapmışız.Neyse olan oldu, yola devam.
Zor bela, kan ter içinde ve nazik küfürler eşliğinde Kuşadası'nı geçiyoruz ve Yaylaköy'den Söke'ye doğru inişe başlıyoruz. Bu upuzun iniş bayağı bir dinlenmemizi sağladı ve bizi Söke'nin içine kadar getirdi.
Hemen geç kalmış bir öğle yemeği için bir yer bulup güzelce karnımızı doyurduktan sonra fazla oyalanmadan yola devam ediyoruz zira daha önümüzde uzuun Söke ovası var.
Rüzgar o kadar kuvvetli ki, normalde 30km'den aşağı düşmeyen hızımız 20-22km arasında sürünüyor.
Zaten dümdüz ve sinir bozucu bir yol olan Söke ovası böylece iyice sinirlere zarar bir hale geliyor.Elden bir şey gelmez, ya sabır deyip abanıyoruz pedallara.

Söke ovasından nefret ettik ama bitti sonunda
                                             
20 küsür km'lik Söke ovasını geçmemiz 2 saati buluyor.Üstüne bir de molalardan birinde Bodrum AKUT üyesi kuzenim Ulaş arayıp gece için Milas-Bafa civarına sel uyarısı verildiğini söyleyince değmeyin keyfimize.Havanın kararmasına pek bir şey kalmadığı için ovanın sonundaki rampaya vuruyoruz.Bafa'ya bir gelelim de sel işini o zaman düşüneceğiz.
Tepelerin arasına girince en azından karşıdan gelen rüzgadan kurtulduğumuz için daha hevesli ve biraz daha süratliyiz şimdi.Bafa'nın her yerinde yol inşaatı olduğu ve trafik genelde tek şeritten verildiği için biraz tedirgin bir yol ama çok hızlı geçiyruz buraları ve havanın kararmasına yakın gölün sonunda bir kamp yerine atıyoruz kendimizi.
Mekanın sahibiyle çadır yeri ve akşam yemeği için anlaşıyoruz.Gölün kenarında ağaçların altında çadırları kurup restauranta yollanıyoruz.
Tam o sırada Ulaş bizi kontrol etmeye geliyor.AKUT'a alarm verildiği için onları da Milas'a getirmişler o da atlamış arabaya bizi görmeye gelmiş. Sel geliyor, gelin atalım bisikletleri pick-up'ın arkasına teklifini geri çevirip Ulaş'ı yolluyoruz.Buraya kadar geldik, iki kova sudan kaçıcak halimiz yok.
Havanın kararması ile birlikte sivrisinekler hücum etse de bizim keyfimiz yerinde zira elektrikler kesik ve hem sessizlik hem de manzara enfes.Mum ışığında turun en güzel yemeğini bitirmiş biralarımızı içerken elektriklerle beraber birkaç müşteri daha gelince tadımız kaçıyor.

Mekanın elektrikler ve gürültücüler gelmeden önceki hali
                                   
Biraları bitirip hem gürültücü müşterilerden hem de florasan ışıklardan kaçıp çadırlara gidiyoruz ve çok geçmeden uyku..

Beşinci Gün:
Rota:Menderes,Kuşadası,Söke,Bafa
Süre:12 saat
Mesafe 105km

ALTINCI GÜN

Saat 7 gibi anca kalkıyoruz ve turun bütün yorgunluğunu hissediyoruz artık.Mekancı ile sabah kahvaltısı için de anlaşmıştık ama ortalıkta kimse yok tabii, bizde toparlanıp yola çıkıyoruz.
Gerçi çok yorgunuz ama son gün olduğu için sanırım bitirme havesi ile basıyoruz pedallara.Yol inişli çıkışlı ama çok ciddi rampalar yok.Zaten kalan km de çok olmadığından tempoyu düşük tutuyoruz.
Çok gitmeden bir kamyoncu lokantasında çrba içip yola devam ediyoruz.Can ve Altu'nun patlayan lastileri haricinde sorunsuz ilerliyoruz.
Milas'a kadar öğlen olmadan varıyoruz.Hem vakit kaybetmek istemediğimizden hem de aramak istemediğimizden öğleyemeği işini muz ve powerade ile ayaküstü halledip yola devam.
Havaalanı sapağına kadar ne kadar hevesli geldiysek burdan sonrası da o kadar hevesimiz kırılmış devam ediyoruz.Sanırım bu tur bu gün bitmese arada bir gün off vermemiz şart olacaktı.Resman ayaklar geri geri gidiyor ama 30km Bir şey kaldığından zorlaya zorlaya devam ediyoruz.


Bitiyor, evet bitiyor sonunda!
                                                             
Tepebaşı'ndan Bodrum'a bakmak için bile durmayıp vuruyoruz rampa aşağı.Tam kendime bitirdik diye sevinme izni verebilirim derken Can'ın lastiği bir kez daha patlıyor.Eve 1km'den az kalmışken lastik patlayınca hoş olmuyor tabi, biz de nazik bir dille bunu birbirimnize belirtiyoruz.
Lastiği iyice uyduruktan yamayıp yola devam. Benim evin son yokuşunda inip bisikleti itiyorum artık.Pedal basmak içimden gelmiyor.
Şebnem ve Dalga kapıda karşılıyor bizi.,bisikletleri bir kenara fırlatıp havuza gidiyoruz.Yarım saat kadar havuzda yatıp biraz dinlendikten ve Şebnem'in forma ve gözlük yanıklarımızla dalga geçmesindne sonra eve giriyoruz ve bu turu nihayet bitiriyoruz.

Altıncı Gün:
Rota: Bafa,Milas,Bodrum
Süre: 7 saat
Mesafe: 90km

Daha önce böyle bir tur yapmadığımız için zorlandığımız şeyler oldu tabii ama genel olarak çok güzeldi ve tekrar yapmamak için bir sebep bulamıyorum.Sanırım yakında başka rotaları da yazma şansım olacak.
Bisiklet turlarını bir ileri seviyeye taşımak isteyen herkes için mutlaka yapılması gereken bir tur diye düşünüyorum ve kesinlikle göz korkutmamak gerekiyor.Sağlık problemi olmayan herkes bu turu problemsiz bir şekilde bitirebilir.

Bakalım sıradaki tur nereye olacak?


Toplam süre 6 gün
Toplam mesafe 630km
Toplam lastik patlama sayısı 22 (Umut-0, Altu-5, Can-17)